ÜNLÜ YAZARDAN BİR “KILKUYRUK” ÖYKÜSÜ
Osman Aytekin
Kılkuyruk nedir önce tanımına bakalım: ördekgiller familyasından bir yüzücü ördek türüdür. Yeşilbaş büyüklüğünde, ancak ondan daha ince ve boyludur.
Erkekte baş ile sırt arasında uzanan boynun arkası kahverengi, ense siyahımsı, göğüs ve karın beyazdır. Boynun her iki tarafında başa kadar uzanan beyaz birer şerit bulunur. Kuyruk tüylerinden ikisi geriye doğru hayli uzamıştır. Bu uzayan tüy sayesinde Kılkuyruk olarak anılır.
Türk edebiyatının güçlü roman, hikâye ve oyun yazarlarından Reşat Nuri Güntekin’in Kılkuyruk adında bir hikâyesi vardır. Bu ve benzeri konuları yazarken takip ettiği metotla ilgili olarak şu bilgileri vermektedir: “Roman ve hikâye yazarken konunun evvela asıl canlı noktası, amudi fıkarisi (belkemiği) gelir. Bu amudi fıkaridir ki bana yazmak arzusunu verir. Bu bazen bir vak’a olur, beni alâkadar eden bir vak’a.. Fakat çok kere pek alakadar olduğum insan tipi. (Şu vak’ayı veya şu insanı, şu tipi yazayım) derim. Bu suretle eserin iki adımı atılmış olur.
Mizaha daha geniş yer verdiği hikâyelerinde de aşk, yalnızlık, fedakârlık, dostluk, ihanet gibi temalar üzerinde duran Güntekin “Olağan İşler” isimli hikâye kitabındaki konularında da yukarıda da ifade edildiği gibi yaşadığı toplumumdaki kişiler can alıcı birer karakterler olarak karışımıza çıkar.
Yazarın “Kılkuyruk” hikâyesindeki Kılkuyruk karakteri de toplumun bir kişi üzerinde genel hükümleri ihtiva eden ve yerini bulan tespitlerden biri olarak açıklıkla belirtilebilir. Hikâyenin özeti kısaca şöyledir: Bir vilayette mektupçu olarak görev yapan birinin “Kılkuyruk” lakabı takılan genç bir delikanlıya sahip çıkılışı anlatılır. Mektupçu, bu kişi ile sürekli alay edilmesinin, küçük düşürülmesinin, gülünç hale getirilmesinin hoş olmadığı, insani olarak bu tür davranışların karşısında kararlılıkla durur, bu kişiyi himaye eder. Aradan geçen kısa zaman zarfında oradan ayrılan Mektupçu, görevi bıraktıktan sonra İstanbul’da yaşamaya başlar. Bir işi nedeniyle gittiği bir şirkette “Kılkuyrukla” karşılaşır. Kılkuyruk bu adamı hemen tanır ve orada bir lüzumsuzluk yapar. Söz yerindeyse kendisini himaye eden Mektupçuya yaptığı kendisine takılan kılkuyrukluktur. Mektupçu da hikâyenin sonunda karşı çıktığı, diğer adamların ağzıyla kendisine yapılan lüzumsuzluk üzerine “-Atma ulan kılkuyruk!” der. Yazar hikâyeyi; “Halkın sesi, hakkın sesidir” diyenlere bir kere daha hak verdim” diye bitirir.
Hikâyeler; yaşanmış veya tasarlanmış bir olayı, bir durumu; yer, kişi ve zaman belirterek anlatan kısa yazılardır. Reşat Nuri’ni bu kısa hikâyesi de toplumsal bir gerçeğe dikkat çeker. Bu gerçek şudur; her kişiye Allah’ın yarattığı bir kul gereğince değer verilmelidir. Ancak bir insana verilen değer o kişinin hak ettiği değerin üzerinde olmamalıdır. Toplumda bir insana lakap takmak, kulp takmak doğru bir yol, doğru bir davranış değildir. Bazı insanlar kendilerine takılan lakapla övünerek “kişi namıyla yaşar” deseler de lakapların çoğunluğu insanı rencide edici, küçük düşürücü, alçaltıcı olduğundan; lakap takılan kişi de bu durumdan memnun kalmadığından dolayı bu yakışıksız, alışkanlıktan veya durumlara duçar olmaktan vazgeçilmesi elzemdir. Yazar da başlangıçta bu yakışıksız durumlardan nefret duygusu içinde şu düşünceleri taşır; “o dakikada, değil bu adamlardan, dünyadan ve insanlıktan iğrendim
Vilayetin büyücek bir memuru, hatırı sayılır bir insanı olmasam da yine duramazdım. Sert bir sesle bağırdım:
—Arkadaşlar… bu sizin yaptığınız hem ayıp, hem günahtır. Zavallı çocuktan ne istiyorsunuz? O da sizin gibi insan. Size böyle bir muamele etseler razı olur musunuz?”
Kendinize yapılmasını istemediğiniz bir davranışı başkalarına da yapmayınız! Hakikat budur. Toplum ahlaki değerlerden uzaklaştıkça kendine yapılanlara göstermediği müsamahayı başkalarına yaptıklarında her nedense esirgemekte bir beis görmüyor.
Her dönemde kılkuyruk tipi insanlar bulunur. İnsanları bu gibi tiplemelerde bulunmak, yakıştırmak, bu tiplemelerle anmak, ne kadar çirkin bir davranış ise böyle bir davranış içine girmek de o denli hatalıdır. Bu bakımdan bu gibi insanlar için yazar;
“Halkın sesi hakkın sesidir” dese de ve bu fikir genel kabul görmüş olsa, değişmez gerçekleri ifade etse de bu sözün Latince bir söz olduğu; İngiltere’de jürinin verdiği kararların tartışılmazlığını ortaya koyan söz olduğu ileri sürülüyor. Hakka her haliyle bağlı olan ve hakkaniyet içinde bir hayat tarzını benimseyen, yaşayabildiği sürece halkın sesi Hakkın sesi olabilir.
Osman Aytekin